[REC] 4: Kıyamet Gecesi
Bu filmde izleyeceklerinizi /izlediklerinizi hayal gücü yüksek birisinin kurguladığı bir saçmalık olarak görmeyin!
Gündelik yaşantınızda televizyon ve/veya radyo haberlerinden kulak misafiri olduğunuz, gazetede gözünüze çarpan; aids (hiv virüsü), deli dana, kuş gribi, Çin gribi, kırım kongo kanamalı ateşi, ebola… vb. ölümcül hastalıklar bu filmdeki olayın gerçekliğini ispatlamaktadır.
Biyolojik sayabileceğimiz ilke silah 14. yüzyılda Tatarlar tarafından kullanılmış ve Avrupa’da milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan VEBA olmuştur. Tatarlar vebalı bedenleri Ceneviz kalelerine atarak Cenevizliler arasında bir veba salgınına sebep olmuşlardır akabinde veba diğer Avrupa ülkelerine’de yayılarak kitlesel ölümlere sebebiyet vermiştir.
Uç kesim din alimleri “bunlar ve bunların benzeri hastalıklar ile ilgili olarak “Allah’ın günahkar kullarına göndermiş olduğu gazabı” düşüncesinde hem fikirdirler. Görüşlerine saygı duyarım ama bu hastalıklar aslında laboratuvarlarda uzun araştırmalar sonucu üretilmiş biyolojik silahlardır. Her gün daha ölümcül ve üstesinden gelinmesi zor olacak şekilde de geliştirilmeye devam edilmektedir.
REC 1 gerilim bakımından gayet başarılıydı. Devam niteliğinde olan REC 2 ve REC 3 hezimetlerinden sonra bu film ile yeniden 1. bölümdeki gibi gerilim havası yakalanmış.
İyi gerilmeler.
Benim Puanım: 10 / 10
IMDB Puanı: 5,4 / 10
Sinemalar.com Puanı: 8,2 / 10
Vizyon Tarihi: 26 Aralık 2014
Yapımı: 2014 – İspanya
Tür: Dram, Korku
Süre: 96 Dak.
Yönetmen: Jaume Balagueró
Oyuncular: Manuela Velasco, María Alfonsa Rosso, Mariano Venancio, Héctor Colomé, Emilio Buale
Senaryo: Jaume Balagueró, Manu Díez
Yapımcı: Julio Fernandez
Diğer Adı: [REC] 4: Apocalypse
Biyolojik Savaş ve Biyosilahlar
Kimse bilmezdi gerçekte ne olduğunu, olan bitene hastalık demişlerdi sadece. Kim bilir belki de hastalıkları tanrılar veriyordu; üzerine gittik. Zamanla öğrendik o ufak canlıları, hastalıklara bakış açımız da değişti ya da daha az korkuyorduk artık. Zamanla bizim sözümüz geçmeye de başlamıştı. Hastalıkları yenebiliyorduk ya da birbirimize hastalıklarla saldırabiliyorduk. İnsanlığın gelişimini kim durdurabilir; laboratuvarlar kurduk, hastalıklar üretmeye başladık. Silahlarımız vardı, hastalık saçıyordu. İnsanlık hiç diyor mudur kendine, keşke bilmeseydik gerçeği diye
Bilim dünyasının gördüğü en korkunç mikroorganizmalar, askeri amaçlarla birleştiğinde etik değerleri olmayan biyolojik savaş ortaya çıktı. Bu durum aynı zamanda dünya üzerinde canlı olan her şey için bir tehdittir. Bugün bir çok ülke hastalıkların tedavilerinden, insan yaşam süresini uzatmaya kadar birçok amaçla zararlı veya zararsız mikroorganizmalar üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Bu canlıların kolay ulaşılabilir olması aynı zamanda biyoterör kavramını oluşturmuş, biyolojik tehditlere karşı güvenliği ifade eden biyogüvenlik, hastalıkları denetlemeyi ve gözlemlemeyi ifade eden biyogözetim gibi kavramları da meydana getirmiştir.
En korkunç silahlar sıralamasında nükleer silahları alt edebilecek etkilere sahip biyolojik silahlar, kendilerinden II. Dünya Savaşı’nda sıkça söz ettirmişlerdir. Kurbanlarına çektirdikleri acı, tespit edilmelerindeki zorluk, yayılma hızları, maliyetleri bir biyolojik ajanın silah olarak tercih edilmesindeki kriterlerden birkaçıdır.
Biyolojik savaşın milattan önceki dönemlere kadar uzanan bir geçmişi vardır. O dönemlerde hastalıktan ölmüş hayvan ya da insan bedenleri çoğunlukla düşman su kaynaklarını kirletmek amacıyla kullanılıyordu. Antik dönemde, İskitli okçuların oklarını hastalıktan ölmüş canlıların bedenlerine batırarak atmaları ilkel biyolojik savaş taktiklerinden biriydi. Ayrıca Kartacalı Hannibal’ın Eurymedon Savaşında, zehirli yılanlar kullandığına inanılır.
Tarih içinde gelişen teknoloji ve bilimsel yöntemler biyolojik silahları da kaçınılmaz olarak etkiledi. Örneğin, mancınıkların insan bedeni gibi ağır cisimleri fırlatabildiği Orta Çağ’da bir liman şehri olan Kaffa’yı (bugün Feodosya, Ukrayna) kuşatmaya gelen Tatarlar, savaş sırasında fareler ve pirelerden bulaştığı düşünülen veba hastalığına yakalanır. Bu durumu bir savaş taktiğine çeviren Tatarlar, vebalı bedenleri mancınıklarla Ceneviz kalelerine atar. Kısa sürede hastalık Cenevizliler arasında da yayılmaya başlar. Bu savaş tarihsel uyum gösteren ve 1347-1351 yılları arasında özellikle Avrupa’da kitlesel yıkıma yol açan büyük veba salgınıyla da ilişkilendirilir. Salgınına sebep olan Yersinia Pestis bakterisinin Avrupa’ya bu şekilde taşındığını kabul ettiğimizde, biyolojik savaşın sonuçlarıyla ilgili oldukça çarpıcı bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Salgın sırasında ölenlerin sayısının 70 milyon ile 200 milyon arasında olduğu tahmin edilir. Bu rakam Amerika’nın Japonya’ya attığı iki atom bombasının toplam ölü sayısının ortalama 600 katıdır.
Modern Biyolojik Savaş
I. Dünya Savaşı’nda zehirli gazların kullanılması, bilimin karanlık tarafını ortaya çıkarmıştı. II. Dünya Savaşı ise tam anlamıyla bilim insanlarının savaşıydı.
Amerika, 1941′de gelen Japon saldırısıyla II. Dünya Savaşı’na dahil olduktan bir yıl sonra Aralık ayında Washington’da bilim insanlarının da katıldığı gizli bir toplantı düzenledi. Aldıkları istihbarata göre Almanya, müttefikleri İngiltere’ye biyolojik bir saldırı planlıyordu. İngilizler, Amerikan’ın biyolojik silah desteğini talep ederken Qruinard adında bir İskoç adasında gizli, hayvan deneylerine başlamışlardı. Deneyler oldukça basitti. Havaya şarbon virüsü veriyorlardı, bir kilometre uzaklıkta rüzgar yönünde yerleştirilen koyunlar ise denek olarak kullanılıyordu.
1943 baharında başkan Franklin Roosevelt’in emriyle Amerikan Biyolojik Silah Programı hayata geçirildi. Ülkenin eyaletlerinden biri olan Maryland’de Fort Detrick adlı merkezde, gönüllü bilim insanları maksimum güvenlik tedbirleri altında fareler ve maymunlar kullanarak çalışmalara başladılar. Ancak Fort Detrick’teki bilim insanların bu organizmaların insanlar üzerindeki etkilerini tahmin edemiyorlardı. Bu sırada istihbarat birimleri Japonya’nın bir süredir biyolojik silah çalışmaları yaptığını düşünüyordu. Japon yazışmalarında sürekli olarak Shiro Ishii ve 731. Birim’den bahsediliyordu. Konunun üzerine gittiklerinde çok çarpıcı ayrıntılar ortaya çıktı.
Shiro Ishii
731. Birim, Çin’in o dönemde Japon işgalinde olan Pinfang bölgesinde, 1937-1945 yılları arasında General Shiro Ishii tarafından yürütülen 3000′in üzerinde kişinin birim içi deneylerde, yaklaşık 12000 kişinin ise dış saha deneylerinde hayatını kaybetmesine neden olan Japon Biyolojik Savaş programının merkeziydi. Bölgedeki Çinli köylüler toplatılarak, özellikle şarbon ve veba deneylerinde kullanılıyordu. Hasta denekler cam kafesler içinde ölene dek gözlemleniyordu. Ancak Amerikan hükümetinin dikkatini çeken şey 731. Birim’deki çalışmaların büyük bir titizlikle kaydedilmesiydi. Nihayetinde Amerikan hükümeti bu istihbaratı kendi lehine çevirmek amacıyla Shiro Ishii ile bütün deney verilerine karşılık, o ve çalışanlarının savaş suçlarından muaf tutulacağını belirten bir anlaşma yaptı. Amerika istediği insan verilerine sonunda sahip olmuştu. Ancak Amerikan biyolojik silah çalışmalarına, 1945′te hükümetin ilgisi bir anda azaldı. Önce Hiroşima ve ardından Nagazaki ile tarih sahnesine çıkan atom bombası, biyolojik silahları gölgede bırakmıştı.
Silahlanma paranoyası biyolojik silahların soğuk savaş döneminde yeniden ortaya çıkmasına neden oldu. Zaman içinde Japonlardan aldıkları bilgilerin yetersiz olduğu farkedildi. Amerika insan deneylerini kendisi yapmak zorunda kalmıştı. Gönüllü kişiler ve maymunlar üzerinde Utah’ta çöl denemeleri yapıldı. İnsan denekler kullanıldığında bulaşıcı olmayan hastalıklar tercih ediliyor ve hastalar iyileştiriliyordu. Biyosilahlar taktiksel olarak uzun süreli hastalığa sebep olan mikroorganizmalardan seçilir, bunun nedeni savaşlarda ölen askerler geride bırakılırken, hasta askerlerin orduyu meşgul etmesidir. O dönemlerde yetkililer bir yandan devletin haberi olmadan Chicago gibi kalabalık şehirlerinde zararsız mikroorganizmalarla kitle testleri yapıyor, bir yandan da halk Sovyetlerden gelebilecek biyolojik tehlikelere karşı uyarılıyor, eğitiliyordu. Biyolojik silahlar artık gerçekti.
Amerikan Biyolojik Savaş Savunma programı kapsamında hazırlanmış aşağıdaki videoda, biyolojik silahların donanma üzerine ateşlenme yöntemleri gösterilmiştir.
Şubat 1969′da bir kaza haberi yayıldı. Utah’ta yüzlerce koyunun sinir gazı nedeniyle öldüğü iddia edildi. Hükümet bölgede kimyasal ve biyolojik silah çalışmaları yaptığını itiraf etti. Biyolojik silah stratejileri tekrar gözden geçirilmeye başlandı. Bu tür silahların kontrol altında tutulması çok zordu ve halkı tedirgin ediyordu. Aynı yılın Kasım ayında başkan Richard M. Nixon, Fort Detrick’ten yaptığı bir konuşmayla Amerikan Biyolojik Silah Programını kesin olarak sonlandırdı. 1925 yılında dünya genelinde imzalanan, biyolojik ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre protokolü Amerikan devleti tarafından henüz onaylanmamıştı, ilk olarak 1972′de biyolojik silah sınıfını tamamen yasaklayan Biyolojik Silahlar Konvansiyonu imzalandı ve ardından 1975′te Cenevre Protokolü onaylandı.
O yıllardan sonra tartışmalı kaynaklara göre bu tür silahların üretimi devam etti. 1974-1981 yılları arasında Laos, Kampuçya ve Afganistan’da uçaklarla insanların üzerine bırakılan “Sarı Yağmur” adlı trikotesen (küf mantarları tarafından üretilen toksik bir madde) binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. Son olarak, geçtiğimiz yüzyılın sonlarında Irak, biyolojik silah programıyla gündeme geldi. Bugün halen bazı ülkelerin bu tür silahlara sahip olduğu düşünülmektedir.
Biyolojik silahlar neden tercih ediliyor?
Biyolojik silahlar, biyolojik ajanlar olarak da adlandırılan patojenlerden yani hastalık yapıcı mikroorganizmalardan veya maddelerden oluşur. Minimum lojistik çabayla çok yüksek etki oranlarına sahiptirler. Örneğin, 50 kilogram şarbon sporu, kapalı bir stadyumun havalandırma sistemine verildiğinde bir saat içinde yaklaşık 75.000 kişiyi hasta edebilir.
Tablo’da Amerikan Teknoloji Değerlendirme Ofisi (OTA) tarafından kitle imha silahlarının -bulutlu ve hafif rüzgarlı ortalama hava şartlarında- Washington’a etkileri hesaplanmıştır.
Hava yolu ile de yayılabilen bu mikroorganizmalar, aerosol bulutları içerisinde hemen hemen görünmezdirler. Bunun yanısıra su ve besin kaynaklarına karıştırılarak da kullanılabilirler. Ancak modern su arıtma sistemlerinin bu tür saldırıların etkilerini azaltacağı düşünülmektedir.
Biyolojik silahların etki gösterebilmesi için uygun ortam şartlarına ihtiyaç vardır. Örneğin; hava yolu ile yayılan bu tür silahlar genellikle gece saatlerinde veya sabah erken saatlerde kullanılır. Burada amaç UV ışınlarının negatif etkilerinden kaçınmak olduğu gibi mikroorganizma barındıran gazların soğuk hava nedeniyle hedef canlının bulunduğu alçak rakımlarda yol almasıdır.
Bu tür silahlar elbette kullanıcısına da zarar verebilir. Dikkatsizce alınan taşıma ve depolama önlemleri ya da yön değiştiren rüzgar ile bu tür silahlar tarafların her biri için oldukça tehlikelidir. Diğer yandan hastalıklar, belirtileri ortaya çıkana kadar binlerce kişiye bulaşabilir. Bunun sebebi patojenlerin kuluçka dönemleridir. Olası terör saldırılarında, saldırganlara daha fazla yayma ve kaçma imkanı vereceğinden uzun kuluçka dönemine sahip ajanlar kullanılacağı öngörülmektedir. Kuluçka dönemi süresince binlerce hatta milyonlarca kişiyi etkileyebilecek ve tespit edilmesi zor olan bu silahların, aniden ortaya çıkan belirtileri medikal yardım kapasitelerinin hızla aşılmasına ve toplumsal paniğe sebep olur.
Biyolojik silah amacıyla kullanılan bazı patojenler
Bu hastalıklara bakteriler, virüsler, rikretsiyalar, mantarlar, toksinler, hormonlar gibi birçok biyolojik ajan sebep olur. Bunlar bazı kaynaklarda insanları etkileyenler, evcil hayvanlardan insanlara geçen ve tarım ürünlerini etkileyenler olarak üç ana bölümde incelenirler. Ayrıca ABD kamu sağlık sistemi ve birincil sağlık sağlayıcıları tarafından, oluşturdukları güvenlik tehditlerine göre kategorilendirilmişlerdir.
Bacillus anthracis: Biyolojik savaşın hemen her döneminde birçok ülke tarafından geliştirilmiş, biyoterör saldırılarında tercih edilen bir bakteri türüdür. Şarbon ya da Antraks olarak bilinen bulaşıcı hastalığa sebep olur. Hastalık, doğada doğal olarak ot yiyen hayvanlarda görülmektedir. İnsana solunum yoluyla veya deri temasıyla bulaşır. Hastalığın genel kuluçka süresi 1-6 gündür. Deri yoluyla bulaşan şarbon birkaç cm çapında siyah, çukurlaşmış yaralar şeklinde görülür. Diğer yollarla bulaşan şarbon yüksek ateş, titreme, halsizlik, ciddi solunum zorlukları, ishal, kusma, boğaz iltihabı ve düzensiz nabız şeklinde görülür ve 2-3 içinde öldürür.
Yersinia pestis: Veba hastalığına sebep olan bakteri türüdür. Hastalık, tarihte sebep olduğu yıkımlar nedeniyle “Kara Ölüm” olarak da anılır. Sadece Venedik’te 60.000 kişiyi 1347′de bir yıl içinde öldürmüştür. Hastalık yüksek ateş, kanlı öksürük, titreme, solunum güçlüğü, morarmalar, deri lekeleri, sindirim sistemi bozuklukları ve iç kanamalar şeklinde 2-8 gün içinde kendini gösterir.
Variola vera: Poxvirus ailesinden olan bu virüs bulaşıcı bir hastalık olan Çiçek hastalığına sebep olur. Hastalık basit, Konflüan ve Hemorajik olmak üzere üç seviyede gerçekleşebilir. Ateş, ağrı ve ciltte çıkan leke ve apselere ek olarak ölümcül olan Hemorajik tip çiçekte mukozalarda ve göz kapaklarının iç yüzeyinde kanamalar görülür.
Coxiella burnetii: ABD’de 1950′lerde Fort Detrick’te Beyaz Ceketliler adlı gönüllü grubu üzerinde test edilen Q Humması hastalığına sebep olan bakteri türüdür. Maruz kaldıktan en erken 9 gün sonra belirtileri görülür. Grip benzeri belirtiler gösteren hastalık 2 gün ile 2 hafta arasında sürer. Deneylerde Beyaz Ceketliler’den bazıları bir ay kadar hasta kalsa da hiç biri hayatını kaybetmemiştir.
Botulinum toksini: Clostridia türü bakteriler tarafından oluşturulan bir proteindir ve bilinen en güçlü toksinlerdendir. Botulizm hastalığına sebep olur. Etkileri 12-36 saat içinde görülür ve genellikle bulanık veya çift görme, göz kapağı düşüklüğü, ağız ve boğaz kuruluğu, güçsüzlük, solunum yetmezliği şeklindedir. Tedavi edilmezse komaya, ardından ölüme yol açabilir.
Tıpta beyin hasarı, inme gibi hastalıkların tedavilerinde kullanılan Botulinum, plastik cerrahi ile kozmetik alanında da kullanılmaktadır. Öyle ki güncel hayattan bildiğimiz Botoks kelimesi Botilinum toxin kelimesinden kısaltılmıştır.
Risin toksini: Hint yağı bitkisi Ricinus communis’in tohumlarında bulunan oldukça zehirli bir bir maddedir. Alındıktan 4-8 saat sonra etkisini ateş, öksürük, bulantı ve eklem ağrıları şeklinde gösterir. 18-24 saat içinde akciğer ödemi oluşturarak 36-72 saat içinde solunum yetmezliği nedeniyle ölüme sebep olur. 1978′de Bulgar muhalif yazar Georgi Markov’un, şemsiye silahı ile kalçasına ateşlenen risin ile suikaste uğramıştır.
Mikotoksinler: Küfler uygun şartlardaki maddelerde çoğalıp ürünü bozarken bir yandan da son derece toksik olan mikotoksinleri oluştururlar. Bu toksinlerin alınmasını ciltte kaşıntılar ve içi su dolu kabarcıklar takip eder. Boğaz ve göğüs ağrısına ve kanlı öksürüğe sebep olurlar; yüksek dozlarda ise güçsüzlük, şok ve ölüme sebep olurlar.
Biyolojik saldırılarda hedef çoğunlukla sivillerdir. Bu nedenle halkın bu tür saldırıları farkedebilmesi ve etkilerini azaltabilmesi önemlidir. Bugün bu tarz saldırılara nadiren rastlansa da bir saldırı olmayacağına asla emin olamayız. Bu nedenle gerekli bilinçlendirme sağlanmalı ve biyolojik silah savunma programları oluşturulmalıdır. Zamanında teşhis edilemeyen bu tür saldırılar binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanacak bir salgına dönüşebilir. Ancak biyolojik silahlar geleneksel silahlardan ya da nükleer silahlardan farklı olarak, etkilenenlerin hayatını kurtarmak ve önlem almak için gerekli süreyi tanımaktadır.
Bir biyolojik saldırı nasıl anlaşılır?
Eğer önceden alınmış bir istihbarat yoksa ya da medyadan herhangi bir salgın uyarısı yapılmadıysa saldırılar çok geç farkedilebilir. Bu tür saldırılarda gözlemlenen çevrenin iyi analiz edilmesi gerekir.
- Bitki ve hayvanlarda alışılmışın dışında hastalık belirtileri varsa ve aniden artan sayılarda hayvan ölümleri meydana geliyorsa,
- Çevrede normal şartlarda orada görülmeyen mantar ve böcekler ortaya çıktıysa,
- İnsanlarda coğrafyaya ve mevsime uygun olmayan alışılmadık hastalık belirtileri görülüyorsa,
- Ateş ve ishal gibi belirtiler anormal sayıda insanda ortaya çıkıyorsa,
Bir biyolojik saldırı gerçekleşmiş veya gerçekleşiyor olabilir. Bu durumda şüpheli sulardan içmemeli ve derhal soluduğunuz havayı filtreleyerek, cildinizdeki açık yaraları kapatmalısınız.
İlk yardım
Salgın durumlarında hastalığın bulaşıcı olup olmadığına bakılmaksızın öncelik ilk yardımı yapacak kişinin kendisini korumasıdır. Bunun için maske, eldiven, gerekirse koruyucu elbiseler kullanılmalıdır. Yeterli ekipmana ve tecrübeye sahip olunmadığı durumlarda derhal yetkililere haber verilmelidir.
Dekontaminasyon, biyolojik maddenin tehlike oluşturmayacak şekilde uzaklaştırılması veya miktarının azaltılmasıdır. Su ile yıkama, kimyasal dezenfekte etme veya ısı ile ajanı zararsızlaştırma bu amaca yönelik bazı uygulamalardır.
Alınması Gereken Tedbirler
Biyolojik saldırılar veya salgınlar en büyük baskıyı ülkelerin sağlık sistemlerinde oluşturur, adeta sınav niteliğindedir. Bu gibi durumlara kesinlikle hazırlıklı olunmalıdır çünkü salgınlar aniden çok sayıda insanda ortaya çıkacağından toplumsal paniğin ve sağlık kurumlarındaki yoğunluğun iyi yönetilmesi gerekir.
Bu gibi durumlarda belirtileri gösteren canlılarla etkileşime geçen sağlıklı diğer canlılarda aynı belirtiler gözlemlenmeli ve alınan örnekler hızla incelenmeli ve biyolojik ajanın türü belirlenmelidir. Bu çalışmalara paralel olarak hastalığın bulaşma yolu belirlenerek arıtma, uzaklaştırma veya imha seçenekleri gözden geçirilmelidir.
Karantina, biyolojik salgınlarda en çok kulak aşinası olduğumuz kelimedir. Bulaşıcı hastalık söz konusu olduğunda belirtileri gösteren kişiler karantinaya alınmalıdır. Hasta kişilerin atıklarına, kirli giysilerine ve kullandığı eşyalara dikkat edilmelidir.
Salgın durumlarında yetkililerce onaylanmamış hiç bir gıda maddesi kullanılmamalıdır. Yemekler çok iyi pişirilmeli, klorlanmış ya da 10 dakika kaynatılmış sular içilmelidir. Geçmişte biyolojik saldırılar dışında sulara karışan ajanlardan veya tüketilen etlerden meydana gelen pek çok salgın örneği vardır.
Savaşlar her zaman askerler arasında yapılmıyor. İnsanoğlu bu gerçeği en çarpıcı şekliyle Dünya Savaşları’nda gördü. Bu nedenle “sivil savunma” kavramı bugün vazgeçilmez toplum davranışlarından biri.
Biyolojik silahlar etik değerleri olmayan silahlardır. İçerdikleri mikroorganizmaların hayatta kalmak için diğer canlıları tüketirken yaptıklarını sorgulamalarını bekleyemeyiz. Biyolojik saldırılar, mikro-dünyada yaşayan canlıların nelere yol açabileceğini adeta yüzümüze vuruyor.
Biyolojik Savaş ve Biyosilahlar yazısı: http://insanveevren.wordpress.com/2014/03/23/biyolojik-savas-ve-biyosilahlar/ adresinde yayınlanmıştır.
I simply want to say I am just beginner to blogging and definitely enjoyed you’re web site. Probably I’m want to bookmark your site . You actually come with fabulous well written articles. Regards for revealing your web site.
I think this is among the most important info for me. And i’m glad reading your article. But wanna remark on some general things, The website style is perfect, the articles is really nice : D. Good job, cheers