Ekonomi ve Kalkınma
Ekonomi nedir?
Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne gerekli ise onların hepsi demektir. Tarım demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 110-111)
Ekonomik Bağımsızlık
Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi,ekonomimizde bağımsızlıktan yoksun olmamızdır. Memnunluğa ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı sağlamaya yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı sağlamada başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu kesinlikle elde edeceğiz!
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 119)
Ekonomik yaşam
Ben, ekonomik yaşam denince tarım, ticaret, sanayi etkinliklerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatmalıyım ki, bir millete bağımsız kişilik ve değer veren siyasal varlık makinesinde, devlet, fikir ve ekonomik yaşam mekanizmaları, birbirine bağlı ve birbirine uyarak çalışırlar; o kadar ki, bu cihazlar birbirine uyarak aynı düzen içinde çalıştırılmazsa, hükümet makinesinin motor gücü israf edilmiş olur, ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür düzeyi üç alanda, devlet, fikir ve ekonomi alanlarındaki faaliyet ve başarıları sonuçlarının kazançlarıyla ölçülür.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 379)
Millet yaşamında ekonominin önemi
Tarih, milletlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler, toplumsal olaylarda rol oynarlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya yaşamıyla, yükselişiyle, çöküşüyle ilişkili ve ilgili olan, milletin ekonomisidir. Tarihin ve deneyimin belirlediği bu gerçek, bizim millî yaşamımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirmiş bulunmaktadır. Gerçekten Türk tarihi incelenirse bütün yükseliş ve çöküş sebeplerinin bir ekonomi sorunundan başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veya mağlubiyetler, yokluk ve felâketler, bunların hepsi meydana geldikleri dönemlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve ilişkilidir. Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu düzeye eriştirebilmek için, kesinlikle ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir ekonomi döneminden başka bir şey değildir.
1923 (Atatürk’ün S.D.H, s. 100)
Bence, yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları ekonomi programından çıkmalıdır; çünkü, her şey bunun içinde bulunmaktadır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 111)
Türk milleti, bütün tarihinde savaş meydanlarında birçok zafer taçları giymiştir. Bununla övünür, daima övünecektir. Ancak, bu övünç tacını daha çok süsleyerek milletin başında tutabilmek için, diğer bir alanda da kesinlikle başarılı olması gerekir; o da ekonomidir.
1923 (Vakit gazetesi, 29.1.1931)
Bir milletin yaşama gereklerini, refah ve mutluluğunu oluşturan ekonomi ile uğraşamaması, uğraşmaması, dikkati çeken bir durumdur. Fakat biz itiraf etmek zorundayız ki, ekonomik yaşamımıza gereği kadar önem vermemiş bulunuyoruz. Bir milletin doğrudan doğruya yaşam gerekleriyle uğraşamaması, o milletin yaşadığı dönemler ile ve dönemleri belirleyen tarihiyle çok ilgilidir. Bu nedenle biz de eğer uğraşamamış isek, gerçek sebeplerini geçirdiğimiz dönemlerde ve özellikle tarihimizde arayabiliriz. Fakat böyle bir inceleme yaptığımız zaman, üzülerek itirafa mecburuz ki, biz henüz şimdiye kadar gerçek, bilimsel, olumlu anlamıyla millî bir dönem yaşayamadık. Bu nedenle millî bir tarihe sahip olamadık.
1923 (Atatürk’ün S.D. 11, s. 100-101)
Siyasal, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 107)
Bilirsiniz ki, ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin yönetimindeki başarı da ekonomisindeki kazançların derecesiyle orantılı olur. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. Memleket ve bağımsızlık savunması için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve araçlar, ekonomik yaşamın açılma ve gelişmesiyle olabilir.
1924 (Atatürk’ün S.D.H, S. 182)
Yaşam demek ekonomi demektir. Yaşayabilmek için kesinlikle kazanç sağlayan olmalıdır. Bu millet şimdiye kadar imparatorluklar kurmuştur. Cihangirler yetiştirmiştir. Halbuki bazı dönemler oldu ki, ekonomi ile uğraşmaya tenezzül etmemiştir! Ekonomiyi aşağı bir şey sayarak onu başka unsurlara bırakmıştır. Bunun sonucu olarak bugün o unsurlar, o yabancılar esas unsurun gerçekten efendisi olmuştur. Onlar, nihayet bu memleketi sömürge saymışlar, onu bir sömürü alanı yapmışlardır. Hem nasıl sömürge? Kendi evladıyla, kendi parasıyla yönetilen bir sömürge… Ürünleri, bütün kazancı dışarıya gitmek şartıyla…. Efendiler! Yaşamak için, kuvvetli bir devlet yapmak için ekonomi esastır. Onun için görüş noktamızı, çalışmalarımızı kesinlikle bu merkezin etrafında toplamalıyız. Her çalışma dalını, kesinlikle bu esas noktaya dayandırmalıyız. Örneğin öğretim ve eğitim programımız ne olacaktır? Öğretim ve eğitim programımız şu olacak ki, onu izleyen insanlar, güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak. Pratik, yararlı, verimli adam olacak… Bunları öğreten programların, bunları öğreten memleketlerin ve kuruluşların tümü öğretim ve eğitim sistemi olacaktır.
1923 (Gazi ve İnkılâp Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 9.1.1930)
Türk tarihi zaferlerle doludur ve zaferlerden sonra milletin genel yaşamında ve geleceğinde etkili olacak esaslı önlemler ve iyileştirme yolunda önemli sonuçlar alındığı görülmüş değildir. Bunun içindir ki geçmişteki zaferlerin etkileri geçici olmuş ve millet, ondan sonra daha güç şartlarla ve açık söylemek zorundayım ki, gerileme ile karşı karşıya kalmıştır. Ben ve siyasal partim, zaferden sonra geçen dört yıl içinde özellikle bu esas görüş noktasından hareket ettik. Milletimiz silâhın ve siyasetin benzeri görülmemiş zaferlerini kazandıktan sonra milletin geleceğine dikilen bakışlarımızla, bir an hareketsizlik ve gevşeklik duymaksızın milletin geleceğini ölümsüzleştirecek esaslı hedeflere çalışmamızı yönelttik.
1927 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 530)
Nazilli Kumaş Fabrikası’nda, işleyen makineleri incelerken söylediği söz:
– İşte, halka canlılık veren gerçek musiki!
1937 (Afetinan, Ayın Tarihi, No: 47, 1937, s. 52)
Milletçe ekonomik bakımdan kuvvetli olarak geleceğin tehlikeli günlerine hazırlanmalıyız.
1938 (Afetinan, M.K. Atatürk’ten Y., s.11)
Kapitülâsyonların tarihi ve başlangıcı
Hepiniz anımsayabilirsiniz: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Venediklilerle ticaret antlaşması yapılmıştı. Fakat Padişah, Venediklilerle ticaret antlaşması yapmayı kendi şerefine ve onuruna aykırı buldu. Zira onun düşünüş biçimine göre antlaşma, birbiriyle eşit milletler arasında yapılırdı. Halbuki Venedik, o zaman Osmanlı Devleti’ne eşit olmak şöyle dursun, onun doğrudan doğruya emri altında idi. Bu nedenle Padişah, böyle bir hükümetle antlaşma yapamazdı; fakat ona izinlerde bulunabilirdi ve izinlerde bulundu. İşte bu izin kelimesi, kapitülâsyonlar kelimesiyle çevrilmiştir. Halbuki biliyorsunuz, kapitülâsyon kelimesi, bir kale içinde kuşatılan, savunulacak gereç ve araçlarını kullandıktan sonra teslimini bildirmek zorunda kalanlar hakkında kullanılan bir kelimedir. İşte böyle bir kelimeyi, padişahların iznini çevirirken kullanmış bulundular.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 102)
Kapitülâsyonların zararları
Kapitülâsyonlar, bir devleti kesinlikle çökertir. Osmanlı Devleti ile Hindistan Türk ve İslâm İmparatorlukları bunun en büyük kanıtıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 97)
Biliyorsunuz ki Osmanlı Devleti “uhud-i atika”* adı altında bir takım kapitülâsyonların esiri idi. Memleket içindeki Hıristiyan unsurlar birçok ayrıcalıklara, bağışıklıklara sahip bulunuyordu. Bir devlet, kendi memleketinde bulunan yabancılara yargı hakkını uygulayamazsa, bir millet, kendi halkından aldığı bir vergiyi yabancılardan almaktan alıkonulmuş bulunursa, bir devlet kendi yaşamını kemiren kendi içindeki unsurlar hakkında önlemler almaktan alıkonulursa böyle bir devletin, egemenliğine sahip bağımsız bir devlet olduğuna inanmak doğru olur mu? İşte Osmanlı Devleti böyle bir halde idi. Bu kadar da değil… Osmanlı Devleti, kendisini kuran esas unsurun, milletin insanca yaşamasını temin edecek işlere de girişmekten alıkonulmuştu. Memleketi bayındır duruma getiremez, demiryolu yaptıramaz, yaptırmaya giriştiği zaman derhal yabancılar karışır, hatta bir okul yapmak istediği zaman bile karışmayla karşılaşırdı. Belirtmeye değer ki, bütün bu fenalıklar, milletin boynuna geçirilmiş bütün bu zincirler, milletimizin herhangi bir hastalığından, devletin güçsüzlüğünden ileri gelmiş değildi. Tam tersine bütün bu tutsaklık zincirleri devletin en güçlü, en kuvvetli bulunduğu bir zamanda boynumuza, devletin boynuna geçirilmiştir.
Efendiler, bu halin sebebini devlet kavramını anlayış şeklinde aramak gerekir. Biliyorsunuz ki tacidarlar, hükümdarlar ve özellikle kendilerine “Allah’ın Gölgesi” diyen padişahlar, memleketi kendi mülkü ve bütün temel unsur olan milleti de yine Allah tarafından kayıtsız şartsız emrine boyun eğen bir kitle sanarlar. Bundan başka padişahların etrafında birtakım çıkarcılar bulunur ki, onlar da padişahın lütfuna, himayesine erişmek için bu görüş tarzını iyi imiş gibi gösterirlerdi. Bütün bu görüş ve yorumlar karşısında masum millet, gerçekten bunun doğru olduğunu, dinin gereğinden olduğunu farz ve zanneder. İşte Osmanlı padişahları, milletin bu anlayışından yararlanarak milletin hakkı olan, milletin şerefi, onuru ve bütün varlığıyla ilgili olan birçok kaynakları, hediye ve bağış olarak yabancılara vermekte tereddüt etmemişlerdir. Biliyorsunuz ki ilk kapitülâsyon Fatih zamanında, İstanbul’da oturan Cenevizlilere verilmiş, biraz sonra genişletilmiş ve başka milletleri de içine almıştır. Yine çok iyi biliyorsunuz ki, milletin içinde yaşayan Hıristiyan unsurlara ayrıcalık, aynı tarihte verilmiştir. Fakat milletin yaşamsal kaynaklarıyla o kadar ilgili olan bu ayrıcalıklar verile verile o kadar büyüdü ki millet, sırtına yüklenen bu yükün altında kıvranmaya başladı. Katlanama-maya başladı. Onları, bir hediye ve bağış olarak alanlar, sonraları bu ayrıcalıkları bir kazanılmış hak saydılar. Onunla da yetinmediler. Her fırsattan yararlanarak onları artırmak ve genişletmek yollarına gittiler. Hükümeti korkutmaya kalkıştılar. Efendiler, görkem ve gösteriş içinde zaman geçirmeye alışan bu padişahlar, saray ve ileri gelenleri, debdebeyi devam ettirmek düşüncesindeydiler. Onun için devletin gerçek kaynaklarını kuruttuktan sonra gereksindikleri parayı dışarıdan sağlamaya kalkıştılar. Bunun için de birçok borçlanmalar yaptılar. Milletin bütün kaynaklarını vermek ve onur ve şerefini feda etmek suretiyle o borçlanmaları yaptılar. Bir gün, o paraların faizlerini ödeyemeyecek hale geldiler. Devlet, cihan gözünde iflâs etmiş sayıldı.
Osmanlı Devleti’nin son dakikaya kadar gösterdiği manzara şu idi: Memleket içinde bütün Hıristiyan unsurlar, esas unsurun çok çok üstünde birçok istisna ve imtiyazlara sahip… Bu unsurlar, devleti mahvetmek için her türlü özel örgüte sahip ve dışarının sürekli kışkırtmalarına ve koruyuculuğuna erişmiş. Devlet ve Hükümet ise bunu önlemekten âciz.. Çünkü bütün bu zararlı girişimlerin dayanak noktası, dışarıda birtakım kuvvetli devletler idi. Dışarıdaki devletler hem bir taraftan içerideki unsurları, devlet ve memleketi tahrip etmeye ve birtakım bağımsızlıklar oluşturmaya kışkırtıyor, harekete getiriyor; bir taraftan da onların adına ve hesabına karışıyor, çalışıyor ve bu şekilde bütün dünya gözünde Osmanlı Devleti’nin hiçbir değer, erdem ve onuru kalmıyor, devlet onuru adına hiçbir şey kendisinde var kabul edilmiyor, âdeta koruma ve vesayet altında bir toplum gibi kabul olunuyordu. İşte bu acı darbenin son evresi olmak üzere memleket ve millete son darbeyi indirmeye hazırlandıkları sırada, memleketin başında bulunan Saray, Babıâli ve bütün bunlara bağlı olan kişiler o düşmanlarla beraber olarak milletin peşini bırakmadılar; en son cinayeti işlediler.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan,Milliyet gazetesi, 24-25.12.1929)
Kapitülâsyonların, konferansta* birçok toplantıları işgal etmiş olması sebebini bir türlü anlayamıyoruz. Bu sorunun söz konusu edilmesi ve görüşülmesi bile millî onurumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Kapitülâsyonların Türk milleti için ne derece iğrenç bir şey olduğunu size tarife gücüm yetmez.Bunları, diğer şekil ve isimler altında gizleyerek bize kabul ettirmeyi başaracaklarını düşünen ve hayal edenler bu konuda pek çok aldanıyorlar. Çünkü, Türkler kapitülâsyonların devamının kendilerini pek az bir zamanda ölüme götüreceğini pek iyi anlamışlardır. Türkiye, esir olarak yok olmaktansa, son nefesine kadar mücadele etmeye ve savaşmaya karar vermiştir.
1922 (Atatürk’ün S.D.111, s. 57)
Kapitülâsyonların kaldırılması
Bugün için ticaretimiz hakkında ne düşünüyorsun diye sorarsanız, bu soruya bir tek cevap vereceğim. Bugün için düşündüğüm tek şey, kapitülâsyonlardır. Maddeten, fiilen, kanla kaldırılmış olan kapitülâsyonların, bir daha dirilmemek üzere ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. Ticaretimizin de, sanayimizin de, her çeşit ekonomimizin de gelişme ve yükselmesi, ancak buna bağlıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 136)
Her şeyden evvel şurası bilinmek gerekir ki Büyük Millet Meclisi Hükümeti, kapitülâsyonların bırakılmasını asla kabul etmeyecektir. Şayet yabancı uyruklar, eskiden olduğu gibi bundan sonra da kapitülâsyonlardan yararlanmayı düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Kapitülâsyonlar bizim için mevcut değildir ve asla mevcut olmayacaktır. Türkiye’nin bağımsızlığı her alanda tamamen ve toptan onaylamak koşuluyla kapılarımız bütün yabancılara genişçe açık kalacaktır.
1922 (Atatürk’ün S.D.UI, s. 49)
Türkiye Ekonomi Kongresi
İzmir’de 17 Şubat 1923’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ni açış konuşmasından:
Efendiler; Yüksek kurulunuzun bugün yapmış olduğu Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir, çok tarihîdir. Nasılki Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi felâket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misak-ı Millî’nin ve Anayasa’nın ilk temel taşlarını bulmada etken olmuş, etkili olmuş, girişici olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, millî tarihimizde ve millî yaşantımızda en değerli ve yüksek anıya erişmiş ise, kongreniz de milletin ve memleketin yaşamını ve gerçek kurtuluşunu sağlamaya aracı olacak ilkenin temel taşlarını ve esaslarını gösterip ortaya koymak suretiyle tarihte en büyük üne ve çok değerli bir anıya erişecektir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 112)
Millî ekonomi dönemi
Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer bir vatandır. İşte bu memleketi böyle bayındır hale, cennet haline getirecek olan, ekonomik etkenler ve ekonomik etkinliklerdir. Bu sebeple, öyle bir ekonomi dönemi gereklidir ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrensin ve o gereklere başvursun. Hepimizin arzusu şudur ki, bu memleketin bireyleri ellerinde örnekleriyle tarımın, ticaretin, sanatın, çalışmanın, yaşamın bir temsilcisi olsun. Ve artık bu memleket böyle fakir ve bu millet yoksul değil, belki memleketimize zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin. İşte millet böyle bir dönem içinde bulunuyor ve böyle bir döneme yükselecektir. Ve böyle bir dönemin tarihini yazacaktır. Ve böyle bir dönemde, böyle bir tarihte en büyük yer, en büyük hak çalışkanlara ait olacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 108)
Bu geniş memleketi bayındır bir hale çevirmek gerekir. Bu halk, zengin olmak zorundadır. Memleket bayındır olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ yaşamak imkânından söz ederlerse inanmayınız.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 2.2. 1930)
Herkes güvenle ve özellikle çok büyük ümitlerle tarlalarında veya sanatları başında çalışmaya başlamış bulunuyor. Ve çalışma ve üretimlerinin kendilerinden zorla alınmayacak ürünlerini toplayacaklarından emindirler.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 55)
Savaş meydanlarında değerli evlâtlarımızın süngü ve silâhlarının zaferi yeterli değildir. Bu zafer ve başarı çok büyüktür; ancak, gerçek refah ve mutluluğa sahip olabilmek için, asıl bundan sonra çalışmak gerekir. Sizin için zafer ve ilerleme alanı ekonomide, ticarettedir. Bunu takdir ediyorsanız, çok çalışmak zorundasınız. Yoksa, memleketin gerçek sahibi olduğunuzu söyleseniz bile, kimseyi inandıramazsınız.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 129)
Eğer, bugüne kadar ekonomik alanda arzu ettiğimiz derecede büyük gelişmeler görülemiyorsa, bunu doğal karşılamak gerekir. Bu demek değildir ki Türk milleti ekonomi alanında yeteneksizdir. Bunu diyenler belki vardır. Bunlar, Türk milletinin gerçek tarihini bilmeyenler ve onu gerçek değeriyle tanımamış olanlardır. Bütün insanlığa tarımı, sanatı ilk öğreten Türk milletidir. Türk milletinin dünyaya eğiticilik etmiş olduğuna artık, gerçek bilginlerin kuşkusu kalmamıştır. Türk milletinin, bundan sonra da lâyık olduğu derecede ekonomi alanında yükseleceğine kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Partimizin görevi, bu hedefe bir an evvel erişebilmek için millete yol göstermek ve yardım etmektir. Biz bunu bir vicdan borcu, bir insanine borcu biliriz. Borcumuza bağlıyız; daima bağlı kalacağız.
1931 (Vakit gazetesi, 29. 1.1931)
Hepsini kapsamak üzere bizim millet bireylerimiz çalış maya isteklidir. Fakat harcanan emeklerden en üst derecede istifade, çalışmada uygulanan yöntemle orantılıdır. Evvela yöntemlerimizi en çok verim verici uygar biçimde belirlemeliyiz.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.59-60)
Ekonomik kaynaklarımızın zenginliği
Memleketimizin ekonomik kaynakları, bütün dünyanın aşırı isteklerini çekecek verim ve servete sahiptir. Halkımızın çiftçi olması, topraklarımızın dünyanın en bereketli topraklarından bulunması, maddî yaşam için hiçbir kaygıya yer bırakmamaktadır.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 229)
Memleketimiz baştan başa hazinelerle doludur. Biz, o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz. Hepimiz bütün bu hazineleri meydana çıkarmak ve servet ve refahımızın kaynaklarını bulmak göreviyle yükümlüyüz. Bu görevlerin kolaylıkla yapılabileceğini kabul etmek doğru değildir. Eminim ki, gençler yalnız teori ile uğraşmamaktadırlar. Sanatın, tarımın, ticaretin ne olduğunu anlayan ve bunları fiilen uygulayan gençlerdir. Gerçek zaferlere, ancak bu gibi verimli alanlardaki çalışmayla varacağız.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.114)
Üzerinde yaşadığımız vatanın servet kaynaklarını işletmek ve bu yolla geleceğimizi açmak ve aydınlatmak için alınabilecek olan her önleme başvurulacaktır.
1931 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 552)
Ekonomik kalkınmamızın dayandığı güçler
Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin, özgür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin, belkemiğidir. Türkiye bu kalkınmada, iki büyük kuvvet dizisine dayanmaktadır:
Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafî vaziyeti ve bir de, Türk milletinin, silâh kadar, makine de tutmaya yaraşan kudretli eli ve millî olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştirir yiğitlikle beliren, yüksek sosyal benlik duygusu…
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 383)
Hedefimiz: Ekonomik zaferler
Bundan sonra pek önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi ve bilim ve kültür zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa yöneltmiş sayılamaz. Bu zaferler, ancak gelecek zaferimiz için değerli bir dayanak hazırlamıştır. Askerî zaferlerimizle gururlanmayalım. Yeni bilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 72)
Yeni Türkiye Devleti temellerini süngü ile değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti, bir ekonomik devlet olacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 56-57)
İçinde olduğumuz halk döneminin, millî dönemin millî tarihini de yazabilmek için kalemlerimiz, sabanlar olacaktır. Bence halk dönemi, “ekonomi dönemi” kavramı ile ifade olunur.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 108)
Biz, bu milleti bugünkü şeklinden daha yüksek derecelere çıkarmakla yükümlü adamlarız. Bu yükseliş, yalnız meydan savaşlarında kazandığımız şereflerle olamaz; bu, buna yeterli değil. Asıl yükseliş, ekonomi alanında yükseliş Olacak!
(Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, 1938, s. 258-259)
Bütün dünyada olduğu gibi memleketimizde de en başta bulunan önemli işimiz, ekonomi işidir.
1932 (Milliyet gazetesi, 13.9.1932)
Tüccar hakkında
Tüccar, milletin emeği ve üretimi değerlendirilmek için,eline ve zekâsına güvenilen ve bu güvene lâyık olması gereken adamdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)
Cumhuriyet hükümetinin namuslu, vatansever, cumhuriyetçi emek sahiplerine daima yardımcı ve destekleyici olacağına şüphe edilmemelidir.
1926 (Atatürk’ün S.D.1I, s.241)
Ticaret ahlâkı hakkında
Ticarette çok kazanmak değil, doğru ve temiz kazanmak İlkesi geçerlidir.
1931 (Cumhuriyet gazetesi, 25. 7. 1931)
Millî ticaret
Eğer tüccarlar bizden olmazsa, millî servetin önemli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi, yine yabancılarda kalacaktır. Onun için millî ticaretimizi yükseltmek zorundasınız.
1932 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 132)
Ekonomik etkinliği dayandıracağımız esaslar, her türlü bilgiyle beraber özellikle doğrudan doğruya memleketimiz topraklarını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insanların sözlerini işiterek belirlenecektir. Sanayi ve ticaretimiz için de aynı görüş geçerli olacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 56)
İzmir İktisat Kongresi’ni açış konuşmasından:
Arkadaşlar! Sizler doğrudan doğruya milletimizi oluşturan halk sınıflarının içinden geliyorsunuz ve onlar tarafından seçilmiş olarak geliyorsunuz. Bu itibarla memleketimizin, milletimizin halini, gereksinimini ve milletimizin emellerini ve elemlerini yakından biliyorsunuz. Herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz sözler, alınması gereğini söyleyeceğiniz önlemler doğrudan doğruya halkın dilinden söylenmiş gibi kabul olunur. Bu, ne büyük yanılmazlıklara sahiptir; zira halkın sesi, hakkın sesidir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.100)
Paramızı, yaşamımızı dış düşmanların sataşmasından kurtarmak, bu memleketin dış düşmanlara tutsak olmasına izin vermemek ne kadar gerekli ise, aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir uyanıklıkla iç düşmanlara, içerdeki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketlerini gözden kaçırmamak zorundayız.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 132)
Artık halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için, ticaretin dış ellerde bulunmasına engel olacak önlemleri almak zorundayız. Arkadaşlar! Dış alımdan çok dış satımdır ki, memleketi zengin yapacaktır. Halbuki dış satımımız ancak kıyılarımıza kadar gidiyor ve oradan bu dış satım, yabancı memleketlere gönderilirken yabancılar eline geçiyor. Kazancımızın önemli kısmı bu şekilde bizden çıkıyor. Onun için dış satım kaynaklarımız, bizden olan tüccarlarımızın elinde bulunmalıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.136-137)
Sırtınıza giydiğiniz elbise, ayağınıza geçirdiğiniz kunduradan en ufak şeylere kadar sanat sahiplerine muhtaçsınız. Bütün bu gereksinmenizi temin için paranızı düşmanlara vermemek gerekir. Kazancınızın boşa gitmemesi için, başkalarına haraç vermemek için dindaşınız olan, kendinizden olan sanatkârlara koşacaksınız. Onlara yardım etmek hem borcunuz, hem çıkarınızdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.131)
Kesin zorunluk olmadıkça, piyasalara karışılamaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir.
1937 (Atatürk’ün S.D.1, s. 381)
Küçük esnafa ve büyük sanayi sahiplerine gereksindikleri kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir kuruluş oluşturmak ve kredinin, normal şartlar altında, ucuzlatılmasına çalışmakda çokgereklidir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 382)
Millî endüstri
Endüstrileşmek, en büyük millî davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde var olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refah içinde Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zorunluktur.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)
Millî gereksinim ve çıkarlarımızın kaçınılmaz kıldığı sanayi dallarının bir an önce gerçekleştirilmesine, duyarlıkla çalışıyoruz.
1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 358)
Her yeni endüstri eseri, çevresine refah ve uygarlık ve bütün memlekete sevinç ve kuvvet vermektedir.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s.374)
Sanayideki girişimler de, özendirecek ve cesaret verecek niteliktedir. Fakat memleketin zorunlu sanayiinin kurulması bitmedikçe, her görüş noktasından kalp rahatlığı duymamıza imkân yoktur. Bu sebeple, memleketin sanayi donanımını tamamlamak için, bütün çalışma ve dikkatimizi toplamayı yerinde bulurum.
1932 (Atatürk’ün S.D.1, s. 359)
Kooperatifçilik hakkında
İnancım odur ki kesin şekilde, birleşmede kuvvet vardır.Kooperatif yapmak, maddî ve manevî kuvvetleri, zekâ ve becerileri birleştirmektir. Yoksa, bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden söz etmiyorum. Birleşmenin böylesi, zayıf olanın kuvvetliye tutsak olması demektir.
.. Türkiye’nin çalışma yaşamı ve varlığını inceleyince birleşmeden doğan fayda ve yararların çok büyük olacağı görüşüne varacağımızdan şüphe etmiyorum. Böyle bir girişim olurken, birtakım şikâyetçiler olabilir. Üreticilerin birleşmesinden kişisel çıkarları bozulacağını düşünenler, tabiî şikâyet edeceklerdir. Fakat, memleketimiz el değmemiş bir alandır. Görülecek çok iş vardır. Onları da tatmin edecek birçok uğraşılar bulunabilir. Gerçek ticaret sahipleri için hiçbir zarar düşünmüyorum.
1931 (Vakit ve Cumhuriyet gazeteleri, 29.1.1931)
Türkiye İş Bankası hakkında
İş Bankası kurumu, cumhuriyet tarihinde ekonomi bakımından başlı başına yer alacaktır. Bu kurum, değersiz bir servetin bile, ekonomik yaşamda birey çıkarlarına kullanılmayıp ulus çıkarına kullanılmasından çıkabilecek olan büyük sonuçları, az bir zamanda ve özellikle yepyeni bir devlet kuruluşunun türlü devrim güçlükleri içinde evrensel bir şekilde fiilen göstermiştir.
1936 (Türkiye İş Bankası, Kuruluşu,Çalışmaları, Eserleri, 1942, s. 7)
Banka, memleketimizin ekonomik durumuna çok yararlı hizmetler yapmıştır. Bence, bütün bu hizmetlerin üstünde daha büyük olan bir hizmeti de bankacılığa gençlerimizi yetiştirmiş olmasıdır. En çok bununla övünürüz.
1933 (Akşam gazetesi, 27. 8. 1933, s.2)
Millî bankaların artması
Genellikle ekonomik durumumuzda verimli bir gelişme görülmektedir. Millî bankalarımızla ticarî ve sanayi ile ilgili şirketlerin sayı ve sermayelerinin sürekli olarak artmakta olması, halkımızın ekonomik faaliyet ve uyanıklığına kanıt sayılabilir.
1926 (Atatürk’ün S.D.1, s333)
Türk milleti ve denizcilik
En güzel coğrafî durumda ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmayı bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 382)
Kabotaj hakkının Türkiye’ye geçişi
Kabotaj’ın bu yıl içinde, sadece ve tamamen Türk bayrağına dönüşü fiilen gerçekleşmiştir. Bu olayı övünerek anmak isterim. Bu olay, yüzyıllarca süren engellere karşı, ancak millî yönetimin elde edebildiği başarılardandır.
1926 (Atatürk’ün S.D.I, s.333)
Sanatın önemi
Adana’da Esnaf Cemiyeti’nin çayında söylemiştir:
Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller gereklidir ve bilirsiniz ki, bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet, sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir yaşama sahip olamaz. Böyle bir millet, bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hastalıklı bir kimse gibidir. Hattâ kastettiğim anlamı bu söz de ifadeye yeterli değildir. Sanatsız kalan bir milletin yaşam damarlarından biri kopmuş olur.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 125)
Sanatın önemini takdir etmeli ve bu takdirin, bugünün gereklerine göre gereken yollara başvurmakla olacağını anlamalıyız.
1923 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 126)
Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete uğrar.
1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s.126)
Babalarımız, babalarımızın babaları sanatla, millete canlılık ve mutluluk verecek alanlarla gereği kadar uğraştırılmamış, kendi evlerini ve kendi işlerini bırakmışlar, yabancıların bekçiliğini yapmışlardır. Halbuki, bizi mahvetmek isteyenler sanatın her dalında ilerlemişlerdir. Bugünkü tezgâhla Amerika ve Avrupa’ya karşı mücadelenin sonucu mağlubiyettir. Kendi derecemizi bilelim, insaf edelim. Neyi öğrenmek gerekse onu öğrenelim; bize din de Allah da bunu emrediyor.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.128)
Erişmek zorunda bulunduğumuz düzeye, bugüne kadar uzak kalışımızın önemli sebeplerinden biri, sanata ve sanatkârlığa lâyık olduğu derece önem verilmemiş olmasıdır. Bunda suçun, her şeyde olduğu gibi,sultanlarda, kişisel saltanatlarda olduğu daima hatırda tutulmalıdır. Milleti içinde bir saraç bulunuşundan üzgün, kırgın olan Osmanlı Padişahı vardı.
1923 (Maarif Vekilliği Dergisi, Sayı : 21-22, Şubat 1939)
Sanat şarttır
Memleketimizin verimli topraklarından, sayısız özelliklerinden, çeşitli ve zengin kaynaklarından kimseye muhtaç olmaksızın hakkıyla yararlanabilmek için ve bu nedenle milletimizi mutlu ve varlık içinde, ordumuzu tamamen gereksinimden uzak ve kuvvetli yaşatabilmek için, sanat şarttır. Sanatın en basiti, en şereflisidir. Kunduracı, terzi, marangoz, saraç, demirci, nalbant, sosyal yaşamımızda, askerî yaşamımızda saygı ve değer katına hak kazanmış sanatkârlardır.
1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 32-33)
Dünyanın teknikte ve sanatta en son ilerlemelerini göz Önünde bulunduracağız.
1924 (Atatürk’ün S.D.H, s. 167)
Adana’da Esnaf Cemiyeti’nin çayında söylemiştir:
Bu gece milletin gerçek tabakasına ait siz esnaf ve sanatkârlarla bir sofrada bulunmakla çok memnun ve mutluyum. Bu memnunluk ve mutluluğum asıl siz sanatkârların ufak dükkanlarınız yerine muhteşem fabrikalar yapıldığını gördüğüm gün, en gerçek ve en yüksek derecesini bulacaktır.
1923 (Atatürk’ün S.D.I1, s.128)
Bir millet, sanatsız yaşayamaz. Geçmişte belki büyük fabrikalar halinde değil, fakat her evde bir tezgâh veya birkaç tezgâh vardı. Milletimizin gayet ince sanatları vardı. Bunların da hepsi bitti. Çünkü yabancılara verilen ayrıcalıklar, bu küçük tezgâhların yaşamasına engel oluyordu. Yabancı mallarıyla yarışmak olasılığı yoktu. Ayrıcalıklı dış alım sonucunda sanayimiz söndü. Bunları da canlandırmak gerekir. Artık, yeni hükümette dış ayrıcalıklar söz konusu olamaz. Ancak, küçük tezgâhlarda da genel gereksinimler sağlanamaz. Onun için memlekette fabrikalar kurmaya, sanayiin gelişmesini kolaylaştırmaya mecburuz. Yollarımızı, demiryollarımızı yapmak için, limanlar meydana getirmek için ne kadar para, ne kadar uzmanlık gerekir! Bunu biraz düşünmek, insanı hüzne ve umutsuzluğa götürür. Bununla beraber asla umutsuz olmak gerekmez. Biz, bu kadar geniş, değerli ve sonsuz hazinelere sahip olan bu memleketin sahibi oldukça ve milletimiz gayet kıskanç bir şekilde millî egemenliğini elinde tutarak yazgısını kendisi yönetmeye devam ettikçe sermaye de, kurumlar da, uzmanlık da bulur, her şey bulur!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 8.9.1930)
Biz Türkler, yüz yıl öncesine kadar her şeyi kendi çekicimizle, kendi örsümüz üzerinde meydana getirir, kendi çarşımızda kendi elimizle satardık. İşte bunun için büyük bir millettik.
1923 (Atatürk’ün S.D.V, s. 203)
Aşçılık ve sofra hizmeti
Türk lokantacıları tarafından şerefine verilen ziyafette söylemiştir:
Sofra düzeni, sofra hizmeti gerçekten önemlidir; en önemli gereksinimlerimizdendir. Bunun için esas, sofra yöneticileri ve garsonlardır. Üzülerek söylemek gerekir ki, memleketimizde bu tür sanatkârlar gereksinim ile orantılı biçim ve miktarda yetiştirilmemiştir. Evlerimizde, lokantalarımızda, otellerde bu hususları, uygar insanlara yakışacak biçimde yapmak zorundayız. Bugün burada bir defa daha gördük ki, aşçılık sanatında yüzümüzü güldürecek sanatkârlarımız vardır; kendilerini takdir ile anıyorum.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 221)
Kendim Anadolu içerilerinde yaptığım gezilerimde gördüm ki, biz Türkler misafirlerimizi ağırlama için onlara verdiğimiz ziyafetlerde çok sayıda yemek yapıyoruz. Bu ekonomiye aykırı olduğu gibi, takdir edersiniz ki sağlığa da zararlıdır. Milletimizin misafirseverlikteki bu geleneğini uygun bir ölçüye çevirmeyi hepimiz görev saymalıyız.
1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 221)
Sanatın özendirilmesi
Halkımızın estetik yeteneklerini aksettiren ve her günkü gereksinimlerimizin büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının, cumhuriyet rejiminde lâyık olduğu düzeye yükseltilmesi gerekir. Bunun için özendirmeler yapılmasını öğütlemeye değer bulurum.
1938 (Atatürk’ün S.D.l, s. 392)
Türkiye Cumhuriyeti, sanat okullarının tam gelişmesine çok muhtaçtır.
1924 (Maarif Vekilliği Dergisi, Sayı: 21-21, Şubat 1939)
Madenlerin işletilmesi
Türkiye’de devlet madenciliği, millî kalkınma hareketiyle yakından ilgili önemli konulardan biridir.
1937 (Atatürk’ün S.D.l, s. 382)
Ekonomik siyasetimizin önemli amaçlarından biri de kamu yararını doğrudan doğruya ilgilendirecek ekonomik kuruluşları ve girişimleri, malî ve teknik kudretimizin izni oranında devletleştirmedir. Bu cümleden olarak topraklarımızın altında işlenilmeden duran maden hazinelerini az zamanda işleterek milletimizin yararına açık bulundurabilmek de ancak bu yol sayesinde mümkündür.
1922 (Atatürk’ün S.D.l, s. 220)
Maden işletilmesi, gelişme halindedir. Madenlerimiz, bizim başlıca bir döviz kaynağımız olduğu için de, yüksek dikkatinizi çekmeğe değerdir.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 374)
Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi
1935 Ağustos ayında Uluslararası İzmir Fuarı’nın açılışına gönderdiği mesaj :
Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, on dokuzuncu yüzyıldan beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin gereksinimlerinden doğmuş, Türkiye’ye özgü bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Bireylerin özel girişimlerini ve faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin bütün gereksinimlerini ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri bireysel ve özel girişimlerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim izlediğimiz bu yol, görüldüğü gibi, liberalizm’den başka bir yoldur.
1935 (Ulus gazetesi, 23.8.1935, s. 5)
Partimizin izlediği program, bir yönden tamamen demokratik, halkçı bir program olmakla beraber ekonomik bakış açısından devletçidir. Bu nedenle partimize dayanan cumhuriyet hükümetinin her görüş açısından vatandaşların yaşamıyla, geleceğiyle ve refahıyla ilgilenmesi doğaldır.
Halkımız doğal olarak devletçidir ki, her türlü gereksinimi devletten istemek için kendisinde bir hak görüyor. Bu itibarla milletimizin mizacıyla partimizin programında tam bir uyum vardır. Bu doğrultudan yürüyeceğiz ve başarılı olacağımızda şüphe yoktur.
1931 (Atatürk’ün S.D.1I, s.262)
Devlet ve bireyin faaliyet alanları
Herhalde devletin, siyasal ve fikrî hususlarda olduğu gibi bazı ekonomik işlerde de düzenleyiciliğini ilke olarak kabul etmek uygun görülmelidir. Bu takdirde karşı karşıya kalınacak güçlük şudur: Devlet ile bireyin karşılıklı faaliyet alanlarını ayırmak. Devletin bu husustaki faaliyet sınırını çizmek ve bu hususta dayanacağı ilkeleri belirlemek; diğer taraftan, vatandaşın bireysel girişim ve faaliyet özgürlüğünü sınırlamamış olmak, devleti yönetmeye yetkili kılınanların düşünüp belirlemesi gereken sorunlardır. İlke olarak, devlet bireyin yerine geçmemelidir. Fakat “Bireyin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır.” Bir de bireyin kişisel faaliyeti, ekonomik ilerlemenin esas kaynağı olarak kalmalıdır. Bireylerin gelişmesine engel olmamak, onların her görüş noktasından olduğu gibi, özellikle ekonomik alandaki özgürlük ve girişimleri önünde devlet kendi faaliyetiyle bir engel oluşturmamak, demokrasi ilkesinin en önemli esasıdır. O halde diyebiliriz ki “Birey gelişiminin engel karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin sınırını oluşturur.” Buna göre, “Genellikle, zaman ve mekânda daimî bir özel nitelik gösteren ekonomik bir işi, devlet üzerine alabilir.” Örneğin; bir iş ki büyük ve düzenli bir yönetimi gerektirir ve özel bireyler elinde tekelleşmeye uğramak tehlikesini gösterir veya genel bir gereksinimi karşılar, o işi devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların, kanalların, demiryollarının, deniz ulaşım şirketlerinin devlet tarafından yönetimi ve para çıkaran bankaların millileştirilmesi; yine su, gaz, elektrik ve benzerlerine ait işlerin yerel yönetimler tarafından yapılması, yukarıda açıkladığımız türden işlerdir.
Bu açıkladığımız anlam ve anlayışta, “Devletçilik, özellikle toplumsal, ahlâkî ve millîdir.” Millî servetin dağılımında, daha mükemmel bir adalet ve emek harcayanların daha yüksek refahı, millî birliğin korunması için şarttır. Bu şartı daima göz önünde tutmak, millî birliğin temsilcisi olan devletin önemli görevidir.
Kamu yararına hizmet eden kuruluşların çoğaltılması, devletin önemle göz önünde tutacağı bir sorundur. Bu sayede sırf çıkarcı faaliyetler sınırlanır. Bu, vatandaşlar arasında ahlakî dayanışmanın gelişmesine yardım eden önemli bir etkendir.
Memlekette her çeşit üretimin daha fazlalaşması için, bireysel girişimin, devletçe gerekli olduğunu da önemle belirttikten sonra, ifade etmeliyiz ki “Devlet ve birey birbirine karşıt değil, birbirinin bütünleyicisidir.”
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 441-445)
Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Geçmişten kendine miras kalan bütün hayatî işler, zamanın zorunluklarını tatmin edecek derecede değildir. Siyasal ve fikrî yaşamda olduğu gibi ekonomik işlerde de bireylerin girişimleri sonucunu beklemek doğru olamaz. Önemli ve büyük işleri, ancak milletin tüm servetine ve devletin bütün örgüt ve kuvvetine dayanarak, millî egemenliğin uygulama ve yürütülmesini düzenlemekle görevli olan hükümetin, mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır.
Diğer bazı devletlerin ikinci derecede görebileceği ve bireylerin girişimlerine bırakılmasında sakınca görülmeyen işlerden bir çoğu, bizim için hayatîdir ve birinci derecede önemli devlet görevleri arasında sayılmalıdır.
Özet olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber “ılımlı devletçilik” ilkesine uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve zorunluklara uygun olur. Bizim izlemesini uygun gördüğümüz “ılımlı devletçilik” ilkesi, bütün üretim ve dağıtım araçlarını bireylerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar içinde düzenlemek amacını izleyen sosyalizm ilkesine dayalı kollektivizm yahut komünizm gibi özel ve bireysel ekonomik girişim ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 447 – 449)
Türk halkının toplumsal yapısı
Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat bireysel ve toplumsal yaşam için işbölümü bakımından çeşitli çalışma gruplarına ayrılmış bir topluluk olarak düşünmek, esas ilkelerimizdendir.
A- Çiftçiler, B- Küçük sanat sahipleri ve esnaf, C- Amele ve işçi, D- Serbest meslek sahipleri, E- Sanayi sahipleri, F- Tüccar ve G-Memurlar, Türk topluluğunu oluşturan başlıca çalışma gruplarıdır. Bunların her birinin çalışması, diğerinin ve umumî topluluğun yaşam ve mutluluğu için gereklidir. Partimizin bu ilkeyle hedef tuttuğu amaç, sınıf mücadelesi yerine toplumsal düzen ve birliği temin etmek ve birbirini zedelemeyecek şekilde çıkarlarda uyum sağlamaktır. Çıkarlar, yetenek, beceri ve çalışma derecesiyle orantılı olur.
1931 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 550)
Çeşitli meslek sahiplerinin çıkarları diğerlerine karışmış olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve bütünü halktan İbarettir.
1923 (Atatürk’ün S.D. 11, s.97)
Biz, memleket halkı bireylerinin ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine yardımlarını, aynı değer ve nitelikte görürüz; hepsinin çıkarlarının aynı derecede ve aynı eşitseverlik duygusuyla sağlanmasına çalışmak isteriz. Bu tarz, milletin genel refahı, devlet yapısının kuvvetlenmesi için, daha uygun olduğu inancındayız. Bizim gözümüzde çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkâr, asker, doktor, kısaca, herhangi bir sosyal kuruluşta çalışan bir vatandaşın hak, çıkar ve özgürlüğü eşittir. Devlete, bu anlayış ile en çok faydalı olmak ve milletin güven ve iradesini, yerine harcayabilmek, bizce, bizim anladığımız anlamda, halk hükümeti yönetimi ile mümkün olur.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazılan, s. 425-427)
Malî bağımsızlık ve dış borçlanma
Bugünkü savaşımlarımızın amacı, tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tamlığı ise ancak malî bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan mahrum olunca, o devletin bütün hayatî kuruluşlarında bağımsızlık felce uğramıştır. Çünkü, her devlet organı ancak malî kuvvetle yaşar. Malî bağımsızlığın korunması için ilk şart, bütçenin ekonomik yapı ile orantılı ve denk olmasıdır. Bu nedenle, devlet yapısını yaşatmak için dışarıya başvurmaksızın memleketin gelir kaynaklarıyla yönetimi temin çare ve önlemlerini bulmak, gereklidir ve mümkündür. En üst derecede tutumluluk, millî özelliğimiz olmalıdır.
Geçmişin ve düşmanların, memleket ve milletimizi bütün uygarlık dünyasıyla birlikte ileriye götürmekten alıkoymuş olan zincirleri, bugün bizi, az zamanda olağanüstü girişimlerde ve çalışmalarda bulunmaya zorluyor. Ancak, bu zorunluğun tatmini ve kayıpların karşılanması bugünkü maliye gücümüzün üstündedir. Bundan dolayı hükümetimizin, her uygar devlet gibi dış borçlanmalar yapmasına gerek vardır. Şu kadar ki ödünç alınan yabancı paralarını, şimdiye kadar Babıâli’nin yaptığı şekilde, ödemeye mecbur değilmişiz gibi, amaçsız harcama ve kullanma ile borçlarımızın yükünü artırarak malî bağımsızlığımızı tehlikede bırakmaya kesin şekilde karşıyız. Biz, memlekette bayındırlığı, üretimi ve halkın refahını temin edecek, gelir kaynaklarımızı geliştirecek verimli borçlanmalara taraftarız.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 222-223)
Para, her türlü aracın üstünde bir varlık silâhıdır.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazdan, s. 437)
Yabancı sermaye
Memleketimizi bugünkü uygarlığın gerektirdiği dereceye bir an evvel eriştirmek için yalnız milletin sermayesi,milletin bilimsel ve teknik girişimleri kâfi gelmez. Dışarının sermayesine, uzmanlığına da gereksinimimiz vardır.Bu noktada dar bir milliyetçilikten çıkıyoruz; biraz daha geniş milliyetçi oluyoruz. Yabancı sermayesinden yararlanacağız. Devletin bağımsızlığı, milletin egemenliği ve bütün yaşamsal gerekleri ve yeteneği korunmuş olmak şartıyla, yalnız korunmuş olmak şartıyla değil, o şartları pekiştirme amacıyla yabancı sermayesinden yararlanma söz konusu olabilir. Ancak, benliğimize ve varlığımıza hiçbir zarar vermeksizin dışarının sermayesi memleketimize girebilir. Demek ki, memlekete yabancı sermayesinin girmesi birtakım sınırlamalara, şartlara bağlıdır. Birinci derecede önemle göz önünde tutulacak şey, bağımsızlığımızın ve iç durumumuzun düşürülmesine yönelik herhangi siyasal bir görüşe sahip olanları memlekete sokmamak…
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 2-3.2.1930)
Evvelce Türkiye’de yabancı girişimlerinin, yabancı amaçlarının bize aşıladığı endişeler, tamamen yok olmuş değildir. Eğer bazen sakınarak hareket ediyorsak, aşırı derecede şüpheli davranıyorsak, bize çok pahalıya mal olan özgürlüğümüzü kaybetmek hususundaki korkumuzdandır. Bu özgürlüğün bir küçük kısmını sakat etmektense, hepsini birden feda etmeyi tercih ederiz.
1923 (Atatürk’ün S.DM, s.69)
Birtakım ekonomik sorunlar vardır ki, biz bunları kendi kaynaklarımızla ve yalnız kendi sermayemizle çözümleye-meyiz. Bize yardım edecek dostlar aramağa mecburuz.
1922 (Atatürk’ün S.D.I1I, s.49)
Ekonomi alanında düşünürken ve konuşurken sanılmasın ki, biz yabancı sermayesine karşı bulunuyoruz. Hayır! Bizim memleketimiz geniştir; çok çalışmaya ve sermayeye gereksinmemiz vardır. Bu nedenle yasalarımıza saygılı olmak şartıyla yabancı sermayelerine gereken güveni verme ye her zaman hazırız ve arzuya değer ki, yabancı sermayesi bizim çalışmamıza ve belirli servetimize katılsın. Bizim için ve onlar için faydalı sonuçlar versin; fakat, eskisi gibi değil! Gerçekten geçmişte ve özellikle Tanzimat döneminden sonra, yabancı sermayesi memlekette ayrıcalı bir yere sahip oldu ve bilimsel anlamıyla denebilir ki, devlet ve hükümet yabancı sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her uygar devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye de bunu uygun göremez. Burasını tutsak ülkesi yaptıramaz.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 109)
Ekonomik kalkınmada uluslararası önlemler
1933 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt’in gönderdiği yazıya verdiği cevaptan:
Ekonomik kalkınma için her memlekette yapılan çabaların, akılcı ve iyi düşünülmüş milletlerarası toplu önlemlerle tamamlanması zorunlu olduğunda tam olarak aynı görüşteyiz. Bu yolda milletlerarası emeklerin her millete, kendi özelliklerine uygun bir gelişme imkânını verecek şekilde birleştirilmesi gerektiğini ve dünyanın ekonomik refahı hususunda herkes tarafından genellikle kabul olunacak fikrin, her memleketin kendine özgü şartlar içinde ilerleme ve refaha erişmek hususundaki hakkına saygı göstermek olduğunu her zaman İfade ettik.
1933 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 556)
Biz ekonomik genişliğin temelini de, ancak her milletin refah içinde yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir düşünüş biçiminde, bütün milletlerin birlikte çalışmaları yolunun bulunmasında görüyoruz.
1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 357)
Ulusları birbirine bağlayan geleneksel bağlar arasında ekonomik ve ticarî ilişkiler, şüphesiz ki ileri gelenlerdendir.
1933 (Atatürk’ün S.D.V, s. 63)
Devlet maliyesi
Cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima kuvvetlenmesi gereken ortak özellikleri, yalnız denk oluşu değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere, her defasında daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 384)
Gerçek bir bütçe meydana getirme, vergilerin düzeltilmesi ve her türlü savurganlığa karşı daima uyanık bulunma ve önleme kararındayız.
1924 (Atatürk’ün S.D.I, s.316)
Açık bir bütçenin hesapsız sakıncalarını iyi bilen Büyük Millet Meclisi’nin, denge yolunda kesin karar sahibi bulunması devletin malî ve hatta genel siyaseti için büyük güvencedir.
1933 (Atatürk’ün S.D.I, s.360)
Herhangi bir malî karar alınırken, ilk göz önüne getireceğimiz şey, millî faaliyet ve millî üretim, yeni verginin kendi ana kaynağı üzerine yapacağı etkiler olmalıdır.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 385)
Tutumlu davranışa son derece dikkat edici bir yönetim biçiminin, resmî ve özel bütün işlemlerimize egemen olması gerekir.
1930 (Atatürk’ün S.D.I, s.350)
Her çeşit malî üstlenmelerimizi, günü gününe yerine getirmek yoluyla, devlet itibarını ve malî sermaye ve senetleri koruma ve destekleme hususunda bütün önlemleri almak ve bu konuda dikkatli bulunmak ilkemizdir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 384)
Samimî bir bütçeye ve gerçek bir ödeme dengesine dayanan paramızın aynı değerde kalma durumunu, kesin şekilde koruyacağız.
1937 (Atatürk’ün S.D.1, s. 384)
İyi yöntem ve iyi uygulamanın memnun edici sonuçlarını vatandaş, hiçbir işte vergi konusu kadar duyarlıkla takdir etmez.
1936 (Atatürk’ün S.D.1, s.375)
Devlet gelirlerinin artırılmasını yeni vergiler koymaktan ziyade, devamlı bir programla mevcut vergilerin konma ve toplanma yöntemlerinin düzeltilmesinde aramak gerekir.
1937 (Atatürk’ün S.D.1, s. 385)
Maliyemiz denk bütçe, sağlam ödeme, vergi sistemlerini mükellef lehine düzeltme ve hafifletme ve millî parayı aynı değerde koruma ilkelerini tam bir bağlılık ve başarıyla izlemekte ve uygulamaktadır.
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 353)
Vatandaş ve devlet hazinesi
Vatandaşa hazineye karşı yükümlülüğünün, en önemli görevi olduğunu anlatmak için, yorulmamak gerekir. Şüphe yoktur ki, özellikle devletçi ve halkçı olan bir yönetim ve ekonomi yaşamında, hazinenin kudret ve düzeni, başlıca dayanaktır. Cumhuriyetin kudreti de, her alanda ve millî savunma alanında, gereksinimlerini karşılayan hazinesinin düzenindedir.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 375)
Serbest Cumhuriyet Partisi’ne mensup bazı kişilerin, vergileri kaldıracakları şeklinde propaganda yapmaları nedeniyle söylemiştir:
Vatandaş olan bir insanın, devlet kurmuş bir topluma bağlı bir bireyin, verginin kalkabileceği hakkında fikir edinmesi ve buna yöneltilmesi, bu toplumun çökmesini ve devletin batmasını istemekle birdir. Askerlik nasıl bir vatan görevi ise, vergi de vatandaşın kesinlikle yerine getirmeye mecbur olduğu bir borçtur. Vatandaşı millete karşı, milletin gelişmesini ve ayakta durmasını sağlayacak önlemlere karşı koymak en büyük bir ihaneti işlemektir.
1931 (Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 36-37; Cumhuriyet gazetesi, 192.1931)
Kredinin normal şartlar altında ucuzlatılmasının ekonomik alandaki önemli etkisi herkesçe bilinmektedir. Büyük Millet Meclisi’nin kabul ettiği yasayla faiz sınırlarının indirilmesini memnuniyetle karşılarım.
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s.392)
Hazine çıkarı düşüncesinin ve bıktırıcı şekilde tekrarının memleket için felâketli bir formül olduğu bir an akıldan çıkartılmamalıdır. Hükümetin var oluş nedeni bu gibi sözlerle halka hükmetmek, güçlük çıkarmak, eziyet etmek değil, hizmet etmektir.
(Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 56)
Cumhuriyet rejiminde, hazine çıkarı demek, yasanın hazine lehine belirlediği hakla, yasanın mükellefi karşılaştırdığı görevi gayet denk bir halde elde tutmak demek olduğunu bir an unutmamak, önemli ilkemizdir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 385)
Maliye memurları da, İçişleri memurları gibi, halkla sürekli ilişkisi olan kuruluştur. Bunların da, halk ile ilişkilerinde, halk için çalışan bir halk hükümetinin doğal niteliği olan en üst düzeyde dikkat ve özen göstermek ve en üst düzeyde güven ve inan vermek özelliklerinin gelişmesine en başta dikkat etmeleri gerekir.
1937 (Atatürk’ün S.D.l, s. 385)